Plastik Anlaşması Görüşmelerinin Son Ayağı Lobilerin Gölgesinde Devam Ediyor

Petrol ve gazdan elde edilen petrokimyasallarla üretilen plastikler, hem iklim değişikliğine yol açmaları hem de yarattıkları kirlilik nedeniyle tepki çekiyor. Plastik üretiminden kaynaklanan bu kirliliği sona erdirmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler Plastik Anlaşması müzakerelerinin beşinci turunun ikinci oturumu, İsviçre’nin Cenevre kentinde sürüyor. Ancak petrol ihracatına dayalı ekonomilere sahip petrodolar ülkeleri ile plastik endüstrisinin yarattığı yapısal tıkanıklıklar, müzakerelerin ilk günlerinden bu yana devam ediyor. Bu yıl, Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte tutumunu tamamen değiştiren Amerika Birleşik Devletleri (ABD) heyeti de, İran, Rusya ve Çin’in yer aldığı bu gruba katıldı. Plastik üretiminin sınırlandırılmasına kesinlikle karşı çıkan ve anlaşmanın yalnızca atık yönetimiyle sınırlı kalmasını isteyen bu ülkelere rağmen etkili bir metin üzerinde uzlaşmanın mümkün olup olmayacağı, 15 Ağustos’a kadar sürecek müzakerelerde netleşecek.
Trump Müzakereleri Sabote Ediyor
Reuters’ın 6 Ağustos tarihlihaberine göre, Trump yönetimi tarafından çeşitli ülkelere gönderilen gizli bir memorandum, plastik üretimine getirilecek herhangi bir kısıtlamaya kesin bir dille karşı çıkılmasını talep ediyordu. Mektupta, üretim kısıtlamalarının ‘‘tüketiciler için fiyatları artıracağı’’, ‘‘tedarik zincirlerini bozacağı’’ ve ‘‘mevcut tüketim alışkanlıklarına zarar vereceği’’ öne sürülüyordu. Ayrıca plastik üretimini düzenlemeye yönelik tüm ifadelerin, anlaşma taslağından çıkarılması gerektiği savunuluyordu. Trump, dediklerini yapmayan ülkelerin gümrük yaptırımlarıyla cezalandırılacaklarını da açıkça ifade ediyordu.
Trump’ın bu yaklaşımı, Anlaşma’nın kapsamını yalnızca atık yönetimi ile sınırlandırmak isteyen endüstri yanlısı pozisyonlarla örtüşüyor. Dahası bu müdahale, doğrudan bi müzakere sabotajı olarak da değerlendirilebilir. Zira birçok ülke, plastiğin üretiminden bertarafına kadar tüm süreçlerini düzenleyen ve bağlayıcı hükümler içeren bir Anlaşma için mücadele ediyor. Trump ise bu sürece dışarıdan baskı yaparak ABD’nin kurumsal çıkarlarını, küresel çevre politikalarının önüne koymaya çalışıyor. Bu konuda etkili olduğunu da söyleyebiliriz.
Trump’ın klasik jeopolitik zorbalık taktiği, Türkiye dahil birçok ülkenin pozisyonlarını etkilemiş ve en çok mustarip oldukları konularda dahi yazılı müdahalede bulunmalarını engellemiş görünüyor. Trump’ın izlediği bu yöntem, müzakerelerin yalnızca çok taraflı diplomatik bir süreç olmadığını, aynı zamanda küresel ekonomik güçlerin ve politik kutuplaşmaların bir arenası haline de geldiğini gösteriyor.
Müzakere Metni Parantez Yağmuruna Tutuldu
Müzakerelerin ilk haftasında, Rusya, Suudi Arabistan ve İran’ın bulunduğu ‘‘benzer düşünen ülkeler’’grubu, petrol üreticileri, Arap ülkeleri, ABD, Çin vb ülkeler, plastik üretimine sınırlama getirecek her türlü ifadeye karşı çıktı. Temas grubu toplantılarında adeta frene basan bu ülkeler, müzakere metnini parantez yağmuruna tuttu. Müzakere dilinde parantez, üzerinde anlaşmaya varılamamış ifadeleri anlamına geliyor. Öyle ki Suudi Arabistan’ın önerileriyle yalnızca iki gün içinde metne yaklaşık 500 yeni parantez eklendi. Bunların her biri, daha sonra üzerinde uzlaşılması ya da metinden çıkarılması gereken ifadeler demek. Metin parantezlerle doldukça, sürecin en başa dönme ve anlamlı bir sonuca ulaşamama riski de artıyor.
Öte yandan, müzakerelerin sonunda, nihai metnin oluşturulmasına iki olası yöntem mevcut: Konsensus veya oylama. Suudi Arabistan’ın en çok istediği konsensus yönteminde, tüm ülkelerin metin üzerinde itirazsız anlaşmaya varması gerekiyor. Tek bir ülkenin itirazı, süreci durdurabiliyor. Bu yöntem izlenirse, tek bir ülkenin bile süreci tıkaması mümkün olabilecek. Oylama yöntemi ise etkili bir anlaşma isteyen ve çoğunlukta olan ülkelerin talebi. Müzakereler sırasında Kolombiya ve Peru önceliğindeki 118 ülke, kararların oylamayla da alınabilmesini önerdi. Bu seçenek, hem çevre hem de insanlık için en etkili ve faydalı yol olacaktır. Nitekim petrol üreten ülkelerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken, petrol üretmediği halde plastik kirliliğinden mustarip olan ülkelerin sayısı oldukça fazla. Ancak özellikle Suudi Arabistan’ın konsensusu zorunlu hale getirmeye yönelik stratejisi, müzakerelerde gerilimi artırıyor.
Müzakereler sırasında bir başka ülke delegasyonunun bir üyesi, ‘‘bu anlaşma plastikle ilgili değil,’’ diyerek izleyicileri güldürdüyse de, bu beyanın bir şaka olmadığı hemen anlaşıldı. Bu söylem tesadüf değildi ve nasıl bir felaketin kapıda olduğunu gösteriyordu. Gerek ‘‘benzer düşünen ülkeler’’ grubunun yaklaşımı, gerekse Trump’ın mektubu, bu anlaşmanın plastik krizini çözmeye muktedir bir anlaşma değil, atık yönetimi ile ilgilenen bir politika belgesi olması için çaba harcandığını ortaya koyuyor.
Görüşmelere önemli bir bilimsel katkı sağlayan ve benim de üyesi olduğum Etkili Bir Plastik Anlaşması İçin Bilim İnsanları Koalisyonu, açılış gününde önemli bir bildirim yaptı ve plastiğin üretiminden bertarafına kadar tüm yaşam döngüsünü esas alan bir anlaşma çağrısında bulundu.
Koalisyonun dönem sözcüsü Profesör Trisia Farrelly, plastik üretimini azaltmadan plastik kirliliğini engellemenin gerçekçi bir yaklaşım olmadığını vurguladı. Çevre ve insan sağlığı, adil geçiş ve etik katılım, adil finansman ve bağımsız bilimsel katılımın sağlanması gibi konularda somut taahhütler verilmesinin zaruri olduğuna değinildi.
Etkili bir plastik anlaşmasının önemli ayaklarından biri de etkili ve adil bir finans mekanizmasının olması. Ancak bu konu, belirsizliğini koruyor. Henüz hiçkimse, plastik krizinin sorumlularının bedel ödemesine dair kayda değer bir öneride bulunmadı. Üstelik fosil yakıt ve petrokimya endüstrisine yarım yüzyıldır verilen sübvansiyonlar devam ediyor. Bu teşvikler nedeniyle plastik, ucuz bir malzeme olarak algılanıyor. Bu teşviklerin kaldırılmadığı ve sorumlular maddi yük taşımadığı sürece, adil geçiş için finansal mekanizma kurulmasını beklemek, Godot’u Beklemek gibi – asla gelmeyecek birini beklemekten ibaret.
Türkiye ise henüz müzakerelerde kayda değer bir etkinlik sergilemediği gibi, üretim kısıtlamasının da karşısında durmuyor. Kısmen ABD yaklaşımını destekler nitelikte bazı öneriler yapan Türkiye, oldukça düşük bir profil sergiliyor. Özellikle en çok etkilendiği meseleler olan sınırı aşan plastik kirliliği, plastiğin sağlık etkisi (Türkiye plastik ve eklentili kimyasallardan kaynaklı olarak en fazla obezite ve kanser vakası görülen ülkeler arasında bir hayli üst sıralarda) ile atık ticareti meselelerinde söz alıp Basel Konvansiyonu’na ek olarak sıkı kontroller önermesi beklenirken, bu konuda şimdiye kadar önemli bir girişimde bulunduğu söylenemez.
Benzer bir durum, finansal mekanizmaların konuşulduğu gruplarda da geçerli. Henüz kayda değer bir girişimde bulunmayan Türkiye delegasyonunun bilimsel bilgi konusunda da pek talepkâr olduğunu söyleyemeyiz. Toplamda 24 kişilik kalabalık bir ekiple katılan Türkiye’nin bu kalabalık katılımın hakkını teslim edecek bir öncülük sergilememesi, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu plastik krizi açısından karamsar bir tabloya işaret ediyor. Henüz kesin bir yargıda bulunmak için erken olsa da, temas gruplarına katılan delegasyon üyelerinin bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda söz aldığını ve biri hariç bu sözlerin de çok üst düzey bir profil olmadığı, gözlemci raporlarından anlaşılıyor. Önümüzdeki hafta, Türkiye’nin nasıl bir tavır aldığına dair daha detaylı bir bilgiye sahip olacağız.
Cenevre’deki müzakerelerin seyri, plastik krizinde yeni bir safhanın eşiğinde olduğumuzu gösteriyor. 2024 yılının sonunda tamamlanması beklenen metnin petrodolar ülkeleri tarafından engellenmesi ve aynı ülkelerin bu tavırlarını sürdürmesi, sürecin yeniden uzayabileceğine işaret ediyor.
Bir yanda zamanın ağır aktığı, diğer yanda ise olayların hızla geliştiği iki ayrı evrende yaşıyormuşuz gibi bir durumla karşı karşıyayız. Plastik Anlaşması müzakereleri ağır aksak ilerlerken, hızla artan plastik üretiminin olumsuz etkileri de dağ gibi büyüyor. Bu yavaş ilerleyen süreci hızlandırabilecek bir gelişme, müzakerelerin ikinci haftasında yaşanabilir. Bu hafta, 60’tan fazla ülkenin çevre bakanlarının toplantıya katılması bekleniyor. Bu durumun, müzakerelerde iddialı adımları destekleyip desteklemeyeceği belirsiz, ancak sürece ivme katacağı kesin.